27 Eylül 2008 Cumartesi

Canım İSTANBUL

Ruhumu eritip de kalıpta dondurmuşlar;
Onu İstanbul diye toprağa kondurmuşlar.
İçimde tüten birşey; hava, renk, eda, iklim;
O benim, zaman, mekan aşıp geçmiş sevgilim.
Çiçeği altın yaldız, suyu telli pulludur;
Ay ve güneş ezelden iki İstanbulludur.
Denizle toprak, yalnız onda ermiş visale,
Ve kavuşmuş rüyalar, onda, onda misale.
İstanbul benim canım;
Vatanım da vatanım...
İstanbul,
İstanbul...
Tarihin gözleri var, surlarda delik delik;
Servi, endamlı servi, ahirete perdelik...
Bulutta şaha kalkmış Fatih`ten kalma kır at;
Pırlantadan kubbeler, belki bir milyar kırat...
Şahadet parmağıdır göğe doğru minare;
Her nakışta o mana: Öleceğiz ne çare?..
Hayattan canlı ölüm, günahtan baskın rahmet;
Beyoğlu tepinirken ağlar Karacaahmet...
O manayı bul da bul!
İlle İstanbul`da bul!
İstanbul,
İstanbul...
Boğaz gümüş bir mangal, kaynatır serinliği;
Çamlıca`da, yerdedir göklerin derinliği.
Oynak sular yalının alt katına misafir;
Yeni dünyadan mahzun, resimde eski sefir.
Her akşam camlarında yangın çıkan Üsküdar,
Perili ahşap konak, koca bir şehir kadar...
Bir ses, bilemem tanbur gibi mi, ud gibi mi?
Cumbalı odalarda inletir "Katibim"i...
Kadını keskin bıçak,
Taze kan gibi sıcak.
İstanbul,
İstanbul...
Yedi tepe üstünde zaman bir gergef işler!
Yedi renk, yedi sesten sayısız belirişler...
Eyüp öksüz, Kadıkoy süslü, Moda kurumlu,
Adada rüzgar, uçan eteklerden sorumlu.
Her şafak Hisarlarda oklar çıkar yayından
Hala çığlıklar gelir Topkapı sarayından.
Ana gibi yar olmaz, İstanbul gibi diyar;
Güleni şoyle dursun, ağlayanı bahtiyar...
Gecesi sünbül kokan
Türkçesi bülbül kokan,
İstanbul,
İstanbul…
Necip Fazıl KISAKÜRAK

İlk Günah


İlk ben aşık oldum bizim çocuklar arasında.

Annemi, memleketi, evimi özlemeden uykusuz geçirdiğim ilk geceydi. Ürkek duyguların gelgitleriyle geçirdiğim bitimsiz bir geceydi. Yüzünü ilk gördüğüm andan beri peşimi bırakmayan içine günahın sindiği heyecan. Sabahları önce ben kalkmaya başladım.

Kısacık saçlarımın uzaması için her sabah içtenlikli dualar ettim. Saçların üç numara kesilmesinin totaliterliğini hiç unutmadım o günden sonra.. Arka cebimde niye taşıyorsam bilmem, hiç yanımdan eksik etmediğim tarağım ve olur ki bir gün buluşursak, boynuma takacağım isminin baş harfini yazdığı kolyem. Acaba ucuz bir şey olduğu o kadar belli oluyor muydu? Okula gittiğin durağın önünde bir o yana bir bu yana yürümelerim başlardı sonra. Ve kan ter içinde geri dönüşüm.

İlk sigaram ciğerlerime doluştuğunda seni düşünüyordum.

Uzun etekler giymeye başlamışsın mesela, belki başörtüsü bile. Anneme gidiyoruz. Ezan sesiyle birlikte, sigara dumanıyla yolculuyordum hayalini, yatakhanenin arka bahçesinde.

İlk kot pantolon giyen bendim, bizim çocuklar arasında.

Yemeden içmeden aldığım biriktirdiğim parayla satın aldığım kot pantolonu, bir devrim isyanını taşır gibi giydim üzerime. İki beden bol, koyu gri kumaş pantolonların, lacivert süveterlerin arasında, serseri adımlarımı çoğaltıyordum. Hafta sonunda uzun kararsızlıkların arasında giriverdim senin gittiğin kafeye. Uzlaşmacılığın ve sapmanın ahlaki değerlere aykırılığı üzerine sloganları defterimin sayfa aralarında kaybettim. Capuccino içmedim belki içkidir, belki günahtır diye. Yanındakilerden biri olsaydım, sınıfındakilerden, okulundakilerden, hiç olmasa her sabah aynı otobüse binenlerden biri. Örtünmek hiç aklına geliyor mudur acaba?

İlk günahkâr ben oldum, bizim çocuklar arasında.

Senin gözlerindeki kuyulara yuvarlandım, ateş senin saçlarındı. Beni fark etmediğin her gün bir yanım daha sancıyordu. Belki de gözlerine bakmanın günahıydı, kurduğum hayallerin bedeliydi üzerimde gezinen süzinak hüzünler.

İlk ben aşık oldum, bizim çocuklar arasında,

İlk günah benimdi...

Tarık TUFAN

Ölen Kızlar İçin Ninni

“Konya’daki Kur’an kursundan gökyüzüne kanatlanan kızlara”
Uyuyun çocuklar. Sabah olacak.
Bir yanınızda Felak, diğer yanınızda Nas, kanat çırpacaksınız gökyüzüne. Kötülük değmeyecek güzel gözlerinize, öfke değmeyecek, kıskançlık, nazar, vesvese, ipe üflenen büyüler, inciten bakışlar değmeyecek artık. Ne gecenin ne kem gözlerin şerri değecek soluklarınıza.
Size kötülük yok bundan böyle.
Üçüncü sayfalar, hukuki raporlar, Tanrı gibi konuşanlar, yönetmelikler, ulu hocalar, havasız odalar, uykusuzluk, çağdaş yaşam parodileri, kirli sarıya boyanmış soğuk binaların girişine asılan duyurular, kokmuş peynirler, eksik ezberler, “o kitapları okuma” lar da yok.
Uyuyun çocuklar. Sabah olacak.
Bir adam da sizin için gelecek bu şehre koşarak.
Sizin “elif”leriniz için, “be” leriniz, “te” leriniz için gelecek bu şehre koşarak. Elifbalarınızın yaldızlarından melekler saçılacak şehrimize.
Bir adam şehre gelince “Yasin” sükûnetine kavuşacağız. Hafta sonu dergilerinin kapakları buhar olacak birden. Cuma öğleden sonraki borsa seansları, “az sonra haber bültenimizle karşınızda olacağızlar, solaryum bronzlukları, kişisel gelişim kitapları, yoga seminerleri de iptal olacak o adam gelince.
Birden, bir çocuk kırkıncı gününe gelmeden, kırk Yasin-i Şerif okunmuş evlerin camlarından, derin nefesler eşliğinde, gözler kutsallıkla kapanarak, aynı kutsallık ağızlarımızda mırıltıya dönüşerek kırk Kulhu, kırk da Elham okunacak sizin için.
Uyuyun çocuklar. Sabah olacak.
Anneniz gelecek ilk dersten önce. Size iğne oyalı yemeniler, dans ederken dönen fırfırlı elbiseler, bol resimli dergiler, kokusu üzerinde kekler getirecek. Size hayır duaları, üç yaşından beri üstüne koyulan çeyizler getirecek.
Anneniz gelecek sabah erkenden.
Size “elhamdülillah”lar, “maşallah”lar, “suphanallah”lar ve bol bol nazar duaları getirecek.
Babanız gelecek bir de doğru söylüyorum.
Paketli dondurmalardan getirecek koşarak. Dondurmalar erimesin ya ondan!
Babanız gelecek kızlar. Size doyasıya sarılmalar getirecek. Bayram sabahları, piknik yolculukları, eve erken gelmeler, kırmızı ayakkabılar, “o vitrindeki elbise”yi, “o arkadaşınızdaki cep telefonu” getirecek.
Uyuyun çocuklar. Sabah olacak.
Mışıl mışıl uyuyun. Sabah olacak.


Tarık TUFAN
Mahallede aşağılanıp, horlanan çelimsiz çocuklar gibiyim. Oyunlara ancak adam eksik olduğunda kabul edilen beceriksiz çocuklar gibi.Hayata katılmakta güçlük çekiyorum.
Tarık TUFAN
Şimdi yaşamak, ucuz ekmek kuyruğunda bekleyen bir genç kızın saklamaya çalıştığı yüzüdür. Şimdi yaşamak, bebeğini terkeden bir kadının göğüslerinden akan hüzündür!
Tarık TUFAN
Ben bir iç tehdidim doktor, dış ülke parmağıyım, birlik ve beraberliğe en çok ihtiyacınız olduğu dönemde ortaya çıkan belayım, fitneyim. Artık kâbusunuzum doktor. Arabanıza üşüşen selpakçı çocuğum, büronuza gelen, leş gibi ter kokan işçiyim, mahallenize nereden dadandığı belli olmayan deliyim.
Tarık TUFAN
Kudüs sokaklarından kalma öfkelerim var. Bir kadının tülbendine dizi dizi isleyip de, kimsenin yüzüne söyleyemediği öfkeleri gibi.
Tarık TUFAN
Kudüs sokaklarından kalma öfkelerim var. Bir kadının tülbendine dizi dizi isleyip de, kimsenin yüzüne söyleyemediği öfkeleri gibi.

Tarık TUFAN

Nisan Yüzlü Sevgilim...


Sana söyleyecek bir şeyim kalmadı. Artık hiçbir cümleyi tamamlayacak gücüm yok. Belki utanç, belki yılgınlık bütün kelimelerimi alıp götürüyor. Nisan saldırıyor üzerime sevgilim. Nisan çalıyor bütün sözcüklerimi. Yüzünde parlayan güneş bir anda kaçıp, yaşlar boşalıyor gözlerinden. Ben nisan şaşkınlığında yitiriyorum öykünün geri kalan kısmını.

Nasıl bitiyordu? — İyiler nereye gittiler?

Kadınlar ve çocuklar nasıl kurtulacaklar? Bir yağmur böylesine nasıl savurabilir bir insanı? Yağmur değil sevgilim, gözlerinden baktığımdan bu yana darmadağın üstüm başım. Saçlarında biriken kelebek kanatlarını talan ettiklerinden bu yana utanç kemiriyor kalbimi. Saçlarını işgal ettiklerinde kaçtığım sokaklarda düşürdüm şahdamarımı.

Şimdi yaşamak, ucuz ekmek kuyruğunda bekleyen bir genç kızın saklamaya çalıştığı yüzüdür.

Nisan yığılıyor üzerime sevgilim.

Ansızın yağan bir yağmurun, avuçlarından düşen ölü kuşları topluyorum, sokak aralarında. Hiç bu kadar kimsesiz olmamıştım. Hiç bu kadar sensizlik akmamıştı damarlarımda. Böylesi bir yoksulluğa düşüşüm ilk kez.

Buralardan git istersen nisan yüzlü sevgilim. İstersen buralardan git. Sana söyleyebilecek hiçbir şeyim kalmadı. Kaçamak sözlerle gizliyorum utancımı. Kimsesizliğimi kalabalık cümlelerde saklıyorum. Saçlarını işgal ettiklerinden beri yürümüyorum bu sokakları. Ölü savaşçıların cesaretinden merhamet dileniyorum.
İstersen git ve cesur bir kalbin ovalarında yürü. Cesur bir kalbin sabah rüzgârında saçların dağılsın.

Sana gözlerimde izi kalan son hayallerini vereceğim.

Sana parmak uçlarımda kalan son duamı vereceğim.

Sana kirpiklerimde takılı son bakışlarını vereceğim.

İstersen artık git ve ben bir nisan gecesinin acımasızlığında, asla baştan sona söyleyemediğim bir dağ türküsünün sözlerine bırakayım kendimi. Sokaklara düşmüş kadınların heveslerinde yakayım kalbimi.

Nisan yüzlü sevgilim.

Ben bir çay bardağına sığınıyorum şimdilerde. Kahvede oturan yaşlı adamın filtresiz sigarasından yükselen dumana sığınıyorum. Caddenin kenarında bekleşen amelelerin, dirsekleri aşınmış berbat renkli ceketlerine mesela. Böylesi küçük, böylesi gözden uzak şeylere sığınıyorum anlayacağın. Savrulan hayatların, kimselerin görmediği küçük ayrıntılarına. Gösterişsiz yaşam öykülerinin korunaklı yalnızlığına bırakıyorum kendimi.

Konuşmak yaralarımı acıtıyor. Konuşmak bir ip gibi boynuma dolanıyor. Dilim dolanıyor bu sıralar. Sana söyleyebilecek bir şeyim kalmadı. Aylardan nisan.

Dışarıda deli gibi bir yağmur, hazırlıksız yakalıyor herkesi.

Beklenmedik bir rüzgâr sürüklüyor ne varsa önünde.

Ben bir rüzgârda sürükleniyorum.

Konuşmak yoruyor.

Dışarıda yağmur var ve gitmek için iyi bir gün.

Yağmur var ve her şeyi gizlemek için iyi bir gün.

Nisan üzerime yığılıyor sevgilim.

Ben...

Veda etmeye çalışıyorum...

Hepsi bu...

Tarık TUFAN
Adalet güzeldir. Fakat idarecilerde olursa, daha güzeldir. Cömertlik güzeldir. Fakat zenginlerde olursa daha güzeldir. Dinde titizlik güzeldir. Fakat alimlerde olursa daha güzeldir. Sabır güzeldir. Fakat fakirlerde olursa daha güzeldir. Tövbe güzeldir. Fakat gençlerde olursa daha güzeldir. Utanma duygusu (haya) güzeldir. Fakat kadınlarda olursa daha güzeldir.
[Hadis-i Şerif (Deylemi).]

amerika sen busun orospu cocugusun

-giriş-

amerika sen busun, orospu çocuğusun

bitmeyen bir bitmeyen iki bitmeyen üç

buluşlu çok uluslu çok egemen çok yapışkan

birdenbire politik birdenbire bomba

ve havariyyun son yemekte son dansta

mister sean penn ne işin var iranda

adam kameraya bakmayı biliyor

bundan sebep kürtçe öğreniyor

her şey sahte bir sahte iki sahte üç

allahın hakkı gibi de düşünebiliriz demek ki

condaliza su böreği yapmayı öğrense

ne alakası var demeyin erzurumun air forcela


-gelişme-


tamam peki on bir eylül tamam peki usame

tamam peki müdahale tamam peki felluce

tamam peki chavez tamam peki kum mollaları

tamam peki eminem tamam peki hispanik

şimdi durup düşünelim şimdi kimyevi gübreden bomba yapmayı ölmeseler bile üstleri başları anladınız mı espri anlayışı var adamların süper heroları porno dükkanları yeşil kartları özkökleri çandarları çandarlı halil paşa çıkarıp masanın üstüne aman allah ben ne diyorum türk şiiri politiktir türk şiiri düz ayak yazılmaktadır kızgındır türk şiiri tamam peki bomba tamam peki güneş enerjisiyle çalışan telekinezi uzmanları

erzurum üzerinden tahran, tahran üzerinden türkiye anlamadınız mı sayın başbakan

siz anlayana kadar atlar ve atı alanlar üsküdardan ulan ben kızkulesine bakarak

kızkulesinin herasına leandrosuna bakarak küfür sallayan kızgın adamım kemal tahirim bir bakıma, bir bakıma otuz yaşındayım, ismet özelim anlayana


meseleye dönelim meseleye dönelim meseleye dönelim müslüm gürses sen o çıtkırıldım herifle raks ederken yalılarda, amerika bitirecek dünyamızı

hümanist olalım müslüm baba yeni rakı bulalım beyaz peynir ve kavun polatlıdan alalım kavunları, ensesi siyah ve yağlı çocuklardan alalım

bizi kandırmalarına izin verelim tartıda hile yapsınlar o çocuklardan alalım


-ciddi gelişme-


los angeles clippersı çılgınca destekleyen bir avuç yeni yetme gibi uyandım

kafam zonkluyordu jimin yerinde içtiğim üçüncü sınıf zeytinli tekilalardan

kendimi tanıtmama izin verin: bendeniz birinci sınıf deniz piyadesi morrison

adalet savaşçısı büyük ordumuzun adalet dağıtan şerefli bir üyesi öyleydim yani eskiden şimdi bir barda ölmeye çabalayan bir barda bir barbar

beyaz tenli beyaz topuklu beyaz kızları babalarının önünde çok beyaz michael, jackson, elton, john ve ben, çok beyaz çok barbar çok şizofren

ah sevgili dostlarım böyle anlatmamışlardı ki bize üç kralda orayı

bir akşam, çölde bir akşam, kızgın çölde bir akşam, kızgın kumlu çölde bir akşam

lanet olsun dostum tam da müthiş bir partinin orta yerinde tam da flash royal

birdendire flash, birdenbire hastane ve uzun bacaklı amerikan hemşireleri

şimdi bir barda bir barbar, bacağı yok, sevgilisi yok, umudu yok bir barda bir barbar

lanet olsun dostum ha, barış ve adalet götürmeye gitmişken, lanet olsun o çöle


-sonuç-


amerika sen busun, orospu çocuğusun!


İsmail KILIÇARSLAN

26 Eylül 2008 Cuma

Güneşim, ayım geldi.
Gözüm, kulağım geldi.
Gümüş bedenlim geldi

Altın madenim geldi.
Başımın sarhoşluğu geldi
Gözümün nuru geldi.

Başka bir şey dilediysem.
İşte o başka bir şeyim geldi.

Yolumu vuran geldi.
Tövbemi bozan geldi.
Gümüş bedenli güzel,
Kapımdan ansızın çıka geldi
Mevlana(Şemsin Konya'ya geri gelişi üzerine yazdığı şiir)

Bu Ülkeden Nefret Etmeyeceğim Sayın Başkan

Bu ülkeden nefret etmeyeceğim sayın başkan. O sevimsiz bakışından bile.Ben burada doğdum. Ankara’da, bin yıllık bozkırın tam da ortasında.Dedemin havuç tarlaları var ve Çanakkale’de savaşan babasını anlatarak“ya hak, ya hayyül kayyum” diyerek sallıyor çapasını. Namaza gidiyor,ezan okununca düğmesine basılmış gibi şapkasını ters çevirip namaza gidiyor. Kara Davut, Hayatüs Sahabe, Delailül Hayrat okuyarak. Zekâtını kıtı kıtına öşürünü, zekâtını, sadakasını kıtı kıtına, vergisini tam tamına dedem

Bu ülkeden nefret etmeyeceğim sayın başkan. Başaramayacaksın bunu.Enver, Talat, Cemal, Yakup Cemil, İsmet ve diğerleri başaramadıysa nasılsen de başaramayacaksın sayın başkan, Sevgilimin elini tutup,elini tutup sevgilime başörtüler alacağım. Yasinler okuyacağım dara düşünce yasinler okuyacağım. Sen bilmezsin inşirah okuyacağım, istihare yapacağım. Sonra arkadaşlarla bir araya gelip Sezai Bey, İsmet Özel, Nuri Pakdil falan. Sonra arkadaşlarla bir araya gelip tehlikeli uyruklarımızla belki “Allah” diyeceğiz.
Bu ülkeden nefret etmeyeceğim sayın başkan. Apoletlerinden nefret etmeyeceğim. Koşa koşa gittiğin Amerikadan ama nefret nefret nefret edeceğim her zaman.
Bu ülkeden nefret etmeyeceğim sayın başkan. Sevgilimin elini tutup,elini tutup sevgilimle sinemalara, kitapçılara, balıkçılara gideceğim.İçmeyeceğim, zihnim açık olacak, dişlerimi sıkacağım. Türkçe konuşacağım. Sahi sen en çok, zihnimin açık, dilimin Türkçe olmasından korkuyorsun değil mi?
Bu ülkeden nefret etmeyeceğim sayın başkan. Benim param yok.Kalanlara peruk taksınlar diyerek kızımı. Bilmem nereyesekreterimle, metresimle, basın danışmanımla kırıştıramam.Motosikletim yok, egemen değilim, bağışlamaz beni halkAh, sahi, biz halkız sayın başkan, tâbi olanız, silah altına alınanız
Bu ülkeden nefret etmeyeceğim sayın başkan. Oy vermeyeceğim,aile planlamasına inanmayacağım, ucuz prezervatif dağıtmana dil uzatacağım. Dil uzatacağım senden ölümüne korkan, gölgesinden korkan o yavşaklara. Kızacağım sayın başkan, tıpkı senin şimdi bana kızdığın gibi işte bunu okudukça
Bu ülkeden nefret etmeyeceğim sayın başkan. Vazgeçmeyeceğim sevgilimden. Vazgeçmeyeceğim dedemin anlattığı Ali, Hamza, Muhammed, İsa, Musa ve Yusuftan

İsmail KILIÇASLAN

Eğer bir gün yolunuz bir üniversiteye düşerse

Beceriksiz adımlarla yürüyen bir kıza rastlarsanız. Sanki düşecekmiş gibi, sanki ayakları birbirine dolaşacakmış gibi, bir yere takılacakmış gibi. Merdiven kollarını sıkı sıkı tutuyorsa. Aceleyle yürüyorsa mesala. Kalkacak son vapuru son trene yetişecekmiş gibi hızı atıyorsa adımlarını. Yere, toprağı incitecekmiş gibi basıyorsa, yer çatlayacakmış gibi ürkek atıyorsa adımlarını. Şaşkınsa bir masaldan şehre düşmüş gibi.

Eğer bir gün yolunuz bir üniversiteye düşerse

Utangaç bir kız yüzüyle karşılaşırsanız, başını yerden kaldırmıyorsa. Gözlerine hüzün düşmüşse. Karanlık değmişse bakışlarına. Gece gökyüzünü seyretmekten ay ışığının izi kalmışsa yüzünde. Gözlerinden yıldızlar dökülüyorsa mesela. Nereye baktığı anlaşılmıyorsa.
Her şey gözlerinde kayboluyorsa. Kirpiklerine yakamozlar takılmışsa. Gözleri denize bakan bir balıkçının gözleri gibiyse.

Eğer bir gün yolunuz bir üniversiteye düşerse

Genç gürültülerin arasında sessiz bir kıza rastlarsanız, kalabalığın ortasında bir sükût yürüyorsa. Tam konuşacakken dudakları titriyorsa, saklaması gereken bir sırrı taşıyormuş gibi. Bir ortaçağ bilgesinin susuşu gibiyse sessizliği. Henüz evrenin yaratılmadığı zamanlardan kalma bir sükûtsa mesela. Bir Hint hikâyesinin tanrısal suskunluğunu taşıyorsa.

Eğer bir gün yolunuz bir üniversiteye düşerse

Saçlarını taramayı becerememiş bir kızla karşılaşırsanız. Konuşurken saçlarını savurmuyorsa. Sıkı sıkıya tokalarla yapıştırmışsa saçlarını. Uyumsuz kıyafetler varsa üzerinde. Yakıştırmamışsa giydiklerini. Güzelliğinden utanıyorsa mesela. Yaz sıcağında boğazlı bir kazak giymişse. Bir pardösü giyip yün bir başlık takmışsa kafasına. Ya da modası geçmiş bir şapka takıyorsa. Ellerini sürekli başına götürüyorsa, saçlarını tıkıştırıyorsa şapkasından içeri. Ürkekse, bir başınaysa… Bilin ki o kız, başörtülü bir kızdır. Bilin ki, bir kez daha kaybetmişizdir


Tarık TUFAN

Bağlanmayacaksın

Bağlanmayacaksın bir şeye, öyle körü körüne.
"O olmazsa yaşayamam." demeyeceksin.
Demeyeceksin işte.
Yaşarsın çünkü.
Öyle beylik laflar etmeye gerek yok ki.
Çok sevmeyeceksin mesela. O daha az severse kırılırsın.
Ve zaten genellikle o daha az sever seni, senin o'nu sevdiğinden.
Çok sevmezsen, çok acımazsın.
Çok sahiplenmeyince, çok ait de olmazsın hem.
Çalıştığın binayı, masanı, telefonunu, kartvizitini...
Hatta elini ayağını bile çok sahiplenmeyeceksin.
Senin değillermiş gibi davranacaksın.
Hem hiçbir şeyin olmazsa, kaybetmekten de korkmazsın.
Onlarsız da yaşayabilirmişsin gibi davranacaksın.
Çok eşyan olmayacak mesela evinde.
Paldır küldür yürüyebileceksin.
İlle de bir şeyleri sahipleneceksen,
Çatıların gökyüzüyle birleştiği yerleri sahipleneceksin.
Gökyüzünü sahipleneceksin,
Güneşi, ayı, yıldızları...
Mesela kuzey yıldızı, senin yıldızın olacak.
"O benim." diyeceksin.
Mutlaka sana ait olmasını istiyorsan bir şeylerin...
Mesela gökkuşağı senin olacak.
İlle de bir şeye ait olacaksan, renklere ait olacaksın.
Mesela turuncuya, yada pembeye.
Ya da cennete ait olacaksın.
Çok sahiplenmeden,
Çok ait olmadan yaşayacaksın.
Hem her an avuçlarından kayıp gidecekmiş gibi,
Hem de hep senin kalacakmış gibi hayat.
İlişik yaşayacaksın.
Ucundan tutarak...
CAN YÜCEL