7 Ocak 2010 Perşembe

ANTİCHRİST (DECCAL)


Kendini gerçekleştiren kehanetlere bayılırım. Olmaması gereken ama bağıra bağıra gelen kadere yani. – Çok egoistçe olacak ama, kendimin başıma gelmemesi şartıyla tabiki. –
2009 Cannes Film festivalinde de en iyi kadın oyuncu ödülünü almış olan Lars Von Trier’in son filmi Antichrist’in (İslam jargonununa göre Deccal ) konusuda, tamda buydu işte.
Lars Von Trier’in filmini ünlü Rus yönetmen Tarkovsk’y adamış olması, filmi izlemek ve izledikten sonra hakkında yazı yazmak için gerekli sebebi oluşturuyordu.
Bu filmi yorumlamak için öncelikle filmin iskeletini oluşturan açılış sahnesini – ki hayatımda izlediğim en etkileyici ,en kült açılış sahnesiniydi – anlatmak gerekir.


***

Açılış sahnesi;

Film; doktora yapmakta olan kadın ile psikolog olan kocasının ateşli sevişme sahneleri ile başlıyor. Arkadan gelen klasik müzik sesi ile pencereden görünen yağan kar silüeti ise sahneye adeta boyut değiştittiriyor. Sevişme – bu yönetmene göre ilk günahı temsil ediyor – devam ederken, arka odadaki beşikte oyuncak ayısıyla oynamakta olan çiftin küçük oğulları Nick bir şekilde beşikten iner. İçeride odadaki anne ve babasının yemekte olduğu naneye kapı arasından bir kaç saniye bakar. – ki bu bakış, seyircinin kalbine atılan ilk nifak tohumudur. Burda izleyicinin zihnine acaba çift, çocuklarını gördü mü? gibi bir çok soru takılıyor. –
Daha sonra çocuk bir sandalye alıp pencereye çıkar. Pencerenin yanında olan 3 tane bibloyu ( küçük heykelcik ) devirir. – Filmin devamında bu 3 biblonunda farklı bir anlama geldiğini anlıyoruz. – Pencereyi açıp aşağıya atlar ve hayatını kaybeder.

***

Bu müthiş ve bir o kadar etkileyici açılış sahnesinden sonra ağır ağır ilerleyen, insanın damarlarından içine akıp giden etkileyici bir film izleyiciyi bekliyor.
Çocuğunun trajik ölümünden sonra depresona giren bir kadın – Tam bir majör depresyon hali yani. Hayatımda gördüğüm en iyi depresif rolünü oynayan kadın oyuncu aldığı ödülünü haketmiş olduğu daha cenaze töreninde belli oluyor. – ile onu tedavi etmeye çalışan kocasının garip hikayeleri anlatan bu filmde yönetmen kadın ve erkek üzerinden sözde akıl ile sözde ahlakı sorguluyor.

Film sonunda ise aslında kadının sevişme anında çocuğu pencere kenarında gördüğünü ve fakat olayın hazzından kopmayıp çocuğa müdahale edemediğini anlıyoruz . – Yazının başında bahsettiğin kendini gerçekleştiren kehanet bu .İzleyicinin olmamasını istediği halde filmin başından beri beyninin en uç...en gizli... en mahrem yerinde olan şeyin gerçekleşmesi. Kehanetin hakikatle buluşması yani. –

***



Türkiye’de konuşulacağını sanmadığın bu film – konuşulsa dahi pornografik sahneleri ile konuşulur - kim hangi argümanlarla eleştirirse eleştirsin, sinema tarihindeki yerini çoktan aldı.
Açılış sahnesiyle, sinematografisiyle, diliyle, tekniğiyle, ve senaryosuyla;
Çocuğun ölümüne yada intiharına – O yaşta bir çocuk intihar eder mi. Oda aslında filmdeki gizli sırlardan – kadar olan bölüme açılış sahnesi dersek, önce bu sahneyi yorumlayarak başlayalım ise;

Şimdi efendim, bu tip filmlerin aslında zihin altından başka bir film daha anlatırlar.Bu tip filmler diyorum çünkü yönetmen Lars Von Trier’in, filmi ünlü Rus yönetmen Tarkovski’ye adadığını filmin sonunda akan jenerikten anlıyoruz.

Tarkovsky’e adanan bir filminde görünenin arkasından – zahirden – bir şey anlatmaması mümkün mü?

Tabiki hayır.

Başlangıç sahnesinde, görünüründe anlatılan;

Sevişmeleri esnasında yaptıklağı ihmalin, çocuklarının ölümü sonuçlanan bir çiftin yaşadıkları, yani tam bir trajedi.

Başlangıç sahnesinin zahirinde anlatılan ise;

Hz Adem ile Hz Havva’nın şeytanın kandırmalarına uyup yasak meyvayı yiyip, cennetten dünyaya kovulmalarıdır.

Buradaki baba Hz Adem’i, anne Hz Havva’yı, çocuğun pencereden yere düşmesi cenneten dünyay düşen bizi, anne ile babanın çocuklarının ölümü sırasında sevişmeleri ise Hz Adem’le ile Hz Havva’nın cennten kovulmasına neden olan yasak meyva yemesini temsil etmektedir.
İşte Tatkovsky filmlerinin neredeyse tümünde olan simgelerle anlatılan yani zihin altında çevrilen ikinci filmi ve bu filmi çözme mutluluğu, bir nevi entellektüel haz.

Siz zahirde analatılanı böyle mi anladınız bilemem ama bence anlatılmak istenen tamda buydu

***

Filmin en temel önermesi ise; Şeytan – filme göre doğa – ile Tanrının savaşının kadının cinselliği üzerinden işlenmesinden başka bir şey değil elbette. Bu önermeyi filmdeki dialogların birinde geçen “Doğa şeytanın mabedi, Kadın ise şeytanın bedenidir” aforizmasıylada anlayabiliyoruz.

Filmi tek eksi tarafı , erotizmi dahi aşan pornografi sahneleri. Bu sahneler biraz daha yumuşatılıp – tamamen kaldırılsın demiyorum – film daha geniş kitlelere açılabilirdi.

Tam bir anti feminist – efemine –, hatta neredeyse kadın düşmanı olan ve bunuda filminin alt metninde geyet iyi aşılayan – insanoğlunun cennetten kovulma sebebini kadına yüklenmesi – yönetmen Lars Von Trier, bu aşılama için kadının cinselliğini kullanması hiç de şaşırtıcı olmadı aslında.

***


Filmin yönetmeni Lars Von Trier ile filmini adadığı dahi yönetmen Tarkovsky arasındaki farklara gelince;

Tarkosvsky; Sessizdir. Tanrıyla bir kavga içerisindedir. Ve fakat tüm sanatçılar gibi bir derdi vardır. Bu dertten kaynaklanan acısının ise izleyen tarafından farkedilmisini ister.

Lars Von Trier; Gayet gürültülüdür. Tanrı ile kavgayı bırakmış gibidir. Çünkü sorumluyu kafasında bulmuştur. Rahatlamıştır artık. Kavgadan geriye bünyede kalan sinirli, asabi hal kendinde mevcuttur. Tarkovsk’nin aksine seyirciye acısını göstermeyi ve hatta yaşatmayı sever. – Filminden sonra bir kaç gün etkisinde kalıp yazı yazmayı hissetmemde bundan olsa gerek. –


20 Aralık 2009/Pazar
entropi

Hiç yorum yok: