1 Şubat 2011 Salı

Siyah Kuğu Eşliğinde Zevâl Ve Kemâl

























Mükemmele kusursuz olana ulaşmak ne büyük bir hastalıktır. Ne imkânsız şeydir. Zira ulaşmak için kendinizden bir şey kalmayıp, ulaşılmak istenenin kendisinin olunması gerekir. Hem kendinizle hem ulaşılmak istenenle yüzleşmek gerekir. Tanımak gerekir. 

Zor şeydir; tanımak ve yüzleşmek. Ve her daim acı verir. Hem şu koca beşeri tarihin en büyük gayesi değil miydi? Kişinin kendini tanıması… Yunusun dediği gibi “kendini bilmesi”.

Aronofsky'nin son filmi Black Swan (2010)’da yani Siyah Kuğu’da tam da bu kusursuza ulaşma hırsının hakikatine temas etmiş. Zira hakikatle kucaklaşılmaz anca temas edilir.

Bir batı ile doğu çıkmazı daha. 

Çalışkan batı. O kadar çalışkan ki kusursuza ulaşırken aldığı hazdan, insanı ve ona dair tüm iyi şeyleri yok ettiğinin farkında olmayan batı. Kusura, zevâle tahammül edemeyen bir zihin… Her daim kemâli arayan bir düşünce yapısı. Yanlış anlaşılmasın bu kemâli arama ahlak da, meleki özelliklerde değil. Bilakis hayvani yönlerimizde; hırsta, kibirde…

Sanırım Dücane Cündioğlu’ndan işitmiştim; İyi bir sanat eseri, müzik parçası veyahut da bir resim tam algılayan bir kişi o anda ölüverir diyordu…

Çok haklı mükemmel ve  kusursuz olan tam olarak algılandığı an öldürür insanı.
İşte bu yüzden ta dokuz asır evvelinden Tebrizli Şems bu hakikatle meşgul olmuştur. “Kusur görene aittir” demiştir. Mükemmele ulaşmaktansa kusuru görmemekle, kusuru gören yanlarımızı ehlileştirmekle uğraşmıştır. Ne büyük bir felsefe, ne büyük bir düşünce, ne büyük bir ahlak.

Zira sakın bunu tembelliğe, atalete yormayın. Mükemmele, kusursuza ulaşmak için kaybedilecek iyi şeylerin önceden farkına varma olarak değerlendirin.

İtiraf etmek gerekirse filmin başlarında, zirveye ulaşmak için sarf edilen azim, bu azmin dönüştüğü hırs ve hatta kan dökmeye kadar giden tipik bir kişisel patlama filmi olmaya doğru gitmesi beni kaygılandırıyordu. Ama yönetmenden emindim, zira bu zamana kadar yaptığı filmler yanıltmamıştı. 

İzleyicisine istediği tatlıyı değil, ihtiyacı olduğu acı reçeteyi vermeye alışık bir zihin aynısını bu filminin sonunda yapmış. İzleyeni ters köşeye yatırmıştı. 










Bu yazıda filmin başrol oyucusu hatta başrol yaşayanı olan Natalie Portman'dan bahsetmemek olmaz. Aynı bedende hem iyi, hem kötü, hem korkak, hem cesur sadece canlandırılmayla anlatılmazdı. Oyuncuda bunu fark etmiş olacak ki canlandırmamış, hissetmiş ve yaşamış.  
  
Kitleler çocuk gibidir. Çoğunlukla kendilerini verilen acı reçeteyi değil, bilakis faydasız çikolatayı seçerler. Bu nedenle 2011 Oscar ödülünü kim alır bilinmez. Ama hem yönetmen, hem Natalie Portman hem de filmin kendisi çoktan hakketti bu ödülü…

Not: Bu yazıdan etkilenen filmi izlemek isteyen tertemiz kardeşlerim bilsinler ki; film henüz ülkemizde gösterime girmemiştir. Ve filmde bolca cinsel içerikli sahne ve argo kelimeler kullanılmıştır. Eee bilmek, fark etmek kirletir insanı.


entropi
Bu e-posta adresini spambotlara karşı korumak için JavaScript desteğini açmalısınız

1 yorum:

Betül Ç. dedi ki...

film istanbul film festivalinde gösterimde aslında. ama sadece bir gün. ve akşam saatindeydi. gerçi yazı 1 şubatta yazılmış, oscar bitti falan.

SPOILER içerir:
film oldukça iyiydi bence. kız kötü olamıyordu, bunun yerine yaşadığı psikolojik gerilimi izlemiştik. o kadar gerilimli sahneleri izledikten sonra bunların sadece kızın yaşadığı hezeyanlar olduğunu öğrenmek insanı mükemmel rahatlatıyordu.