13 Haziran 2010 Pazar

Mavi Marmaradan Bize Kalanlar













                                                                           Kûfe Halkının Uğursuzluğunun Yıkılması

Mavi Marmara gemisi neresinden bakarsanız bakın 2. Kerbeladır. Zulme karşı, zalim bir orduya karşı bütün dünya susmuşken bir gemiyle baş kaldırmak; Hüseyin efendimize “Kûfe halkı seni satar. Onlara güvenme” denildiğinde, Hüseyin efendimizin “Bugün ben gitmezsem, yarın zulm olduğunda zalime karşı kimse başkaldırmaz” deyip bir avuç insanla Kerbelaya gitmesine denktir.

Ergenliğe yeni girmiş , nefsine hakim olamayan delikanlı kıvamındaki zalim İsrail’e bir gemi ile baş kaldırmak işte sadece bu nedenden dolayı bile Kerbeladır. Ama bir farkla , bu defa müslümanlar biraz olsun ayağa kalkmışlar, Kûfe halkının yaptığını tekrarlamamışlar ve uğursuzluğu kırmışlardır.İşte Mavi Marmara’dan ilk kalan bu olmuştur.


Filistin Halkına Yapılanları Kanıksamamız


Daha 1 yıl kadar önce 1000 lerce müslüman öldüren İsrail’in yaptıklarını kanıksamamamız, uyanmamız sağlanmıştır. Yapılanlar ve İsrail’in zulmü canlı yayınlarla, fotoğraflarla adeta gözümüze sokularak vicdanlar harekete geçirilmiştir.2. kalan zûlm kanıksamamak,vicdanları diri tutmak olmuştur.


Uluslararası Hukuk

Olayın zalimliğinin; uluslararası sularda meydana gelmesinden ve plastik mermi kullanılmamasından falan kaynaklandığı sanmak saflık olur. Bu malumatlar ancak devletler arası münasebetlerde öne sürülecek argümanlardır. Tıpkı filistinde ölen sivil halk gibi istatistiksel değer ifade eder. Ruhtan, duygudan, vicdandan uzak emarelerdir.

Olaylara buradan bakmak zihinlerde, kendi karasularında yapsa haklı olduğu, olaydaki esas sorunun yapılan zûlüm değilde , deniz hukukuna ihlali olduğu anlamı çıkar. İşte buradan da uluslararası hukukun vicdandan ve ruhtan be kadar uzak olduğu ve asıl olanın yine hukukun değilde adaletin olduğu ortaya çıkar. Yani diğer bir kalan hukukun değilde adaletin önemidir.


Birleşmiş Milletler

Bu olayla; kendi koyduğu hukuku, kuralları bile uygulamayan birleşmiş milletlerin gerekliliği sorgulanmalıdır. Hayvan hakları, dünya kültür mirası (UNESCO), dünya sağlığı, kadın ve çocuk hakları (UNİCEF) gibi yan konularla uğraşıp asli görevi olan savaşlardaki insan ölümlerini engelleyemeyen bir örgüt haline gelmiştir Birleşmiş Milletler. İsraile karşı doğru düzgün bir kınama kararı bile alamayan, aldığı zavallı kararların yaptırımlarını bile uygulayamayan ama somalili 3- 5 korsana operasyonlar düzenleyebilen, güçlünün yanında zavallının üstünde legal ama lazımsız bir örgüt .İşte buradan bize kalan Birleşmiş Milletler aslında ne kadar zavallı ve lazımsız olduğudur.


Sivil Toplumun Önemi

Dünyada ilk defa bir sivil toplum örgütünün uluslararası anlamda yaptırım yaptırdığını görmüş olduk. Mısır’ın Refah sınır kapısını açması, Amerikanın ve Birleşmiş Milletlerin tarihte ilk defa İsrail’i kınaması ve dünyanın ayağa kalkması doğrudan İHH’nın başarısıdır.İşte Sivil Toplumun yani cemaat olmanın, topluluk olmanın önemi bu olaydan kalanlardan biridir.


İsrail İmajının Yıkılması

Teknolojisiyle, ordusuyla, diplomasiyle övünen İsrail’in bu saldırı ve sonucundaki olaylar neticesinde bütün imajları yıkılmıştır. Nasıl mı yıkılmıştır?


Teknolojik olarak bir gemideki canlı yayını bile kesemeyecek kadar acemi olduğu görülmüştür.

Ellerinde silah olan komandoların ellerinde sopa olan sivillerden nasıl dayak yediğini görülmüş ve aslında önemli olanın yiğitlik olduğu tekrar anlaşılmıştır.

Beyrutu günlerce vurmasına rağmen, kendisini kınatmayan İsrail diplomasisinin bir geminin bseferiyle yıkılmıştır.

Buradan bize kalan birçok anlamda İsrail’in yıkılan imajıdır.

Fethullah Gülen

28 Şubat MGK’sı sonrasında 32. Güne katılan Fethullah Gülen’in yaptığı “Askerler kendi arasında istişare yapmıştır. Doğru ise 2 sevap yanlış ise 1 sevap almışlardır.” açıklamasıyla aslında vicdanın değilde dengelerin, reel politikin yanında olduğunu aradan geçen senelerde unutmuştuk ama kendilerini tekrar hatırlattı.

Gazzeye yardım taşıyan gemiler için “İsrail devletinden izin alınmalıydı. Bu olay otoriteye başkaldırıdır” açıklamasıyla; İsrail devletinin ulul emr olarak görülmüş ve itaat emredilmiştir. Yani tekrar - 28 Şubat’ın ardından - arkasındaki kitleye rağmen; vicdanın değilde dengelerin, reel politiğin yanında durulmuştur.


Burada tabii olarak, insan sormadan edemiyor. İsrail gibi zalim olduğu ve zûlm yaptığı kesin olan bir devletin, uyarılarına rağmen mazluma yardıma gitmek otoriteye başkaldırıysa ve bu uyarıları dikkate almak bir kanaat önderi tarafından isteniyorsa; Peygamber efendimizin (s.a.v.) yaptığı olan, Mekkedeki otoriteye başkaldırmayı nereye koyacağız? Yada yine kafamıza kuma gömelim, şimdilik dengeleri gözetelim, zalimi görmeyelim, köşeleri kapalım da ileride düşünürüz mü diyeceğiz?

Bu olay sayesinde Fethullah Gülen’in de, Oray Eğin’in de, Fatih Altaylı’nın da tarafı hatırlanmıştır.Bu bize Mavi Marmara gemisinden kalanların en çarpıcısıdır.



Başbakanın İsrail devleri ile İsrail halkını ayırmasından yola çıkarak, bende Fethullah Gülen’le cemaatin içiçerisindeki vicdanlı insanları ayırıyorum.

09 06 2010/Çarşamba
entropi

9 Haziran 2010 Çarşamba

Ahlâk, Baykal ve Kaderin Planı

Beyrutta geçen bir filmde, Rus devrimi zamanında Sibirya’ya sürgüne gönderilen bir grup Yahudi göçmenlerin hikayesiyini sonradan Beyruta yerleşmiş bir Yahudi şöyle anlatıyordu;

Rus göçmenlere Stalin’in askerleri ve kondüktörler tarafından , yolculuğun yaklaşık ,25 gün süreceği ve trenin günde sadece 2 kez 5 er dakikalığına mola vereceği, trenin kendisini kaçıran hiçkimseyi beklemeyeceğini ve trende tuvalet olmadığı söylenir. Göçmenler de, hayatta kalmak için tuvaletlerini bu molalar sırasında yapmak zorunda olduklarını ve treni kaçırdıkları anda sibirya soğuğunda donacaklarını hemen anlarlar. Ve daha trenin mola vermesine 2 dakika kala eteğini ve pantolonunu sıyıran göçmenler tren durur durmaz trenden fazla uzaklaşmadan, kendilerini en yakın 2 vagon arasında tuvaletlerini hepberaber yaparlar ve trene yetişirlerdi. Bazen bazı yaşlıların ve hastaların hareket eden trenin altında kalarak öldükleri olmaz değildi hani.

Anlayacağınız göçmenlerin tamamı utanma duygularını, gururlarını 10 günde unutmuş, hayatta kalmak için herşeylerinden vazgeçmiş, bu saçma sapan düzene ayak uydurmuşlar ve hatta vücut biyolojilerini dahi ona göre düzenlemişlerdi.Neredeyse hiçbirinin trenin mola saati haricinde tuvaleti geldiği görülmüyordu.
Ama devrimden önce bir lisede öğretmenlik yapan Andrye her mola sırasında trenden uzaklaşır, tuvaletini kimsenin göremeyeceği bir yerlerde yapar ve her seferinde trene zor yetişirdi. Yolcuğun 17. gününde verilen tuvalet molasında Tarkovsky’nin her zaman yaptığı gibi “kendini gerçekleştiren kehanet” (antichrist başlıklı yazımda açıkca anlatılmıştır) kendini gerçekleştirir ve Andrye treni kaçırır.Sonrası ne mi olur? Tabiki treni kaçıran Andrye soğuktan donarak ölür.

Tarkovsky’nin bu hikayeyle bizi anlatmak istediği şudur;

Tren burada modern dünyadadır.Ve modern dünyanın durmaya tahammülü yoktur. Sürekli hareket halindedir, sürekli büyümek ve birilerini ezmek zorundadır.İşte bu dünyada gurura, ahlaka ve namusa yer yoktur. Bu değerlerin peşinde olan bu trene ayak uyduramaz ve donarak ölür.
Şimdiki zamanlarda modern dünyanın hangi sektöründe olursanız olun gurura, edebe, adapa, ahlaka ve hatta namusa yer yoktur. Bu değerlere sahip olursanız donarak ölürsünüz.

Televizyona çıkan insanların ve hatta şarkıcıların reziliklerinide bu bağlamda değerlendirmek yanlış olmaz aslında. Sadece para için, meşhur olmak için gururu, edebi , namusu, ahlakı unutmuş bir dolu insan.Bu sadece televizyonda değil seri üretimin,modernizmin en büyük saç ayaklarından olan pazarlama ve reklam sektöründe de mevcut. İnsanlara bir mal pazarlamak için tek ayak üzerinde 40 yalan söyleyen , etikten, ahlaktan bihaber pazarlama ve reklam sektöründe çalışanları aslında bu hikayeden nasibini alırlar.
İşte siyasette aslında durum bundan pek farklı değildir. Ahlakı, namusu bir yana bırakarak siyasette bir yerlere gelmek için genel başkanın koynuna giren bir milletvekili.Modern dünyanın esiri olan ve o dünyanın gereği yapan bir genel başkan.

Aslında burada komik olan, Baykal’ın ve sekreterinin modern dünyanın - trenin tüm gereksinimlerini fütursuzca yerine getiriken gene bu dünyanın kurallarından biri olan yatak odası macerası kaseti ile şantajın kurallardan biri olduğunu unutup bu kuralı yerine getirenlere kızması.Kuralları olmayan bir dünyada trenin altında kalanlara üzülmeyip kendisinin ayağı trenin altında kalınca feryat figan bağırmak.Burada asıl kızılması,bağrılması gereken bu trenin kurallarını koyan kondüktörler ve devrimin askerleridir.
Ne tam batılı olabilmek nede tam doğulu olabilmek. Batıyla aramızdaki en büyük fark burada ortaya çıkıyor.Yani batı gibi modernzime entegre olmak ama doğu gibi ahlaktan, gururdan,edepten taviz vermemek.Yani ben namazımı da kılarım, bankada genel müdürlükte yaparım, yazın muhafazakar otelde tatilimi de giderim zihniyeti.Bunların üçü birden mümkün değildir sevgili azizler.

Kendi tabanlarını batı değerlerini entegre olduklarını sanmaları. İşte CHP nin yıllarca anlayamadığı bu oldu işte.Yani ahlakı, gururu bir yana bıraktıkları sandılar. Kendi tabanlarının dahi bu tip durumları kaldıramayacağını anlayamamak.Toplumun tamamının olmasa da tabanının batı değerlerine entegre olduklarını sanmaları.

Buradan son olarak şunu söylemek istiyorum.Bazen sizin planınızla kaderin planı çakışmaz.Ayrışır.Örneğin siz çocuğunuzla ilgili gelecek planları yaparsanız. Maddi sorununuz yoktur.Okuyacağı okulları yapacağı mesleği gayet doğru şekilde planlarsınız.Ama kaderin planında bunların hiçbiri yoktur ve bir gece ateşlenen çocuğunuz doktorları tüm müdahalelerini rağmen sabahı göremez ve ölür.Burada islam bizlere vakar tavsiye eder. Bu gibi olayların güçlü birer imtihan olduğunu, Hızır ile Musa kıssasındaki hızırın öldürdüğü o çocuk gibi “yaşasaydı belkide hayırsız bir çocuk” olacağını, her şerde bir hayır aranması gerektiğini ve inanların kazanacağını falan söyler.

Bu kaset olayında da Baykal’ın planıyla kaderin planı zıt gitmiştir, ayrışmıştır. CHP’de,Baykalın çocuğundan farksızdır. Her yerini adamlarını, taraftarlarını serpiştirerek koskoca bir partinin tüm geleceğini adım adım planlamışken, kaderin planı hiç de hesaba katmadığı bir biçimde gerçekleşmiştir. Çocuk ateşlenmiştir ve ölmeye yakındır.

Umarım Baykalın planı ile kaderin planı, anayasa değişiklik paketinin anayasa mahkemesine gitme olayında da çakışmaz ve ayrışır. Baykal’ın ateşlenen, Hızır ile Musa kıssasındaki gibi hayırsız çocuğu olan CHP bu son darbeyle ölür.

22 Mayıs 2010/Cumartesi
entropi